Yazılardan Haberdar Olun

E-mail Adresiniz :

12 Haziran 2009 Cuma

AŞK'TA GURUR VE İNAT / VAINNESS AND OBSTINATE IN LOVE

Merhabalar,

Azönce televizyonda izlediğim bir programın konuşmaları arasında Aşk'ta gurur ve inatın yıkıcı, yıpratıcı ( mı ) olduğundan söz edildi. Gurur ve inat ortadan kalkınca sorunlar da ortadan kalkarmış.

Aynı fikirde misiniz ? Sizce Aşk'ta gurur ve inatin etkisi nedir? Siz aşkınızda gururlu ya da inatçı mısınız ? Ya da her ikisi birden mi ?

Yorumlarınızı ya buradan ya da cincinoglufatos@gmail.com adresine yollar mısınız? Maille gelen yorumları ben buraya ekleyeceğim.

Herkese sevgilerimle,


Gece Mavisi Fatos

*******************

Hello,

In a recent TV programme this was one of the subjects : Vainness and being obstinate gives harm and destroys Love. They also said that, when there is no more vainness and being obstinate, then there is no issue left.

Do you agree with this ? What is your opinion about " how vainnness and being obstinate effects Love"? What is your behaviour in Love? Either or both or neither ? :))

You can place your comments here or email to cincinoglufatos@gmail.com .

With Love,

Night Blue Fatos



4 Haziran 2009 Perşembe

NASIL GÖRÜNÜYORUZ ACABA

NASIL GÖRÜNÜYORUZ ACABA

Kimi görürüz aynaya baktığımızda? Birinin yüzümüze baktığında gördüğünü mü?

Aslında tam olarak değil, simetrisini görürüz yüzümüzün.

Gördüğümüz ifademizin de gerçekle pek ilgisi yoktur aslında. Çünkü aynaya ezberlediğimiz ifade ile bakarız. Yada birtakım roller çalışırız, denemeler yaparız.

Bir fırsatını bulunca aynanın karşısında birisi ile yan yana durun bakalım. Çaktırmadan onun kendisine bakışını inceleyin. Nasıl bir sahtelik, göreceksiniz. Eee aynısını siz de yapıyorsunuz…

Bir de objektifler karşısındaki halimiz var. Hatta bu durumun apayrı bir de adı var: Poz vermek!

Gerçek değil, poz…

Güleriz genelde… yada şirinlik yaparız. O andan önceki şeklimizi değiştirir, toparlanıveriririz hemen. Bazen yanımızdakine sokulma ihtiyacı duyarız nedense. Makine ‘glük’ dedikten sonra da çözülüveririz. Ne yaparız o anda? Daha önceki tecrübelerimizden kopya çekeriz biraz. O an belgelensin diye yola çıkarız, o andan apayrı bir ‘an’ yaşar, sonra o ana geri döneriz…

Gerçi annelerimiz zamanındaki resimleri hatırlarsak… O ürkek, objektifin içi sanki karanlık bir kuyuymuş gibi derin bakış durumlarını nesilden nesile aşmışız artık. Daha mı gerçek olmuşuz resimlerde? Hayır, sahteciliği geliştirmişiz epeyce…

Esas nasıl göründüğümüzü karşımızdaki “kişi” görür sadece, ne hissettiğimizle birlikte…

Biz onun yüzündeki ipuçlarından nasıl göründüğümüzü çıkarırız. Gerçek görüntümüz işte o ipuçlarıdır.

Aynı anda bir şey daha yaparız: biz de nasıl göründüğünü ona yüzümüzle söyleriz…

İşte bu alışveriş ‘hele de doğru mesafede durunca’ mükemmel bir doldur boşalt durumudur.

Orada prova yok… yaz, sil, tekrar yaz mesajlar yok… sahte ve üzerinde çalışılmış mimikler yok. Poz yok.

Söylenemez şeylerin bile sessiz söylenişi var, söylenen yalanların ifade ile ele verilişi var. Yüzünün rengi, elinin hareketi, bakışının kaçışı-kaçamayışı; her yerin, her şeyin konuşur…

Gerçek iletişim… Gerçek yüzümüz…

Dünyanın neresinde ve hangi zamanda olursa olsun, uygun mesafede yüzyüze duran herhangi iki insanın arasındaki bu durum hep aynı ve her zaman en gerçek görüntü… bence…

Sade Denizler

2 Haziran 2009 Salı

A ŞIKKI - B ŞIKKI

A ŞIKKI:

Ne zaman, soğuk bir güne uyanıp da “şu sıcak yatakta kalsam az daha” diye düşündün en son? Eee yatağın dışı da sıcak…

Odan, hatta evinin her yeri de öyle… Yazın ılık, kışın ılık…

Musluğu açıp duş alıyorsun; su istediğin ısıda… Unuttu bünye soğuğu, sıcağı.

Bir kaseye bir şey koyup, üstüne süt ekleyip yiyorsun; kah-val-tı…

Asansörle arabana iniyorsun. Çevir kontağı; istediğin sıcaklık sevdiğin müzik eşliğinde…

İşyerinde, vücut şeklinin kalıbına göre ayarlanmış koltuğuna kurulup, iki minik ayak hareketi ile kocaman masanın bir o yanına bir bu yanına yetişiyorsun. Eteğinin arkası ayakkabından daha çok eskiyor…

Bilgisayarını açıp bütün dünyayı önüne koyuyorsun. Fareyi avuçlayıp, orayı burayı tıklaya tıklaya çalışıyorsun.

İşe güce, yemeye-içmeye ayrılmış zaman dilimlerini bir bir yaşayıp, akşam evine dönüyorsun.

Her zaman fit, her zaman şık… Mecbursun.

Yolda akşam yemeği için plan yaparken balkonda sepetin içinde filizlenen soğan ve patatesler geliyor aklına: “ Aylardır ordalar. Nerden biliyorlar mevsimlerden bahar olduğunu da filizleniyorlar öylece sepetin içinde?”

B ŞIKKI:

Ne zaman güneş yüzünü yalayana kadar yatakta kalıp, gerine gerine uyandın en son? Eee herkesi güne hazırlamak için kargalarla yarışacaksın…

Önce çayı koy. Kim ne giyecek? Sonra yumurtalar… Çantalar!.. hazır mı onlar? Duşlar, kahvaltılar, giyinmeler… Kimi okula yetişecek, kimi işe… Sayende!

İşte gittiler, yayılsana…Yok yok… yatakları topla, masayı topla, banyo batmış temizle… Alışveriş, yemek…

Nasıl olsa evdesin ya; eşin dostun angaryası…

Akşam için hazırlıklar…” adı olmayan” bir sürü iş…

Sen dursan dünya dönmeyecek sanki. Sana öyle geliyor!..

Çocuklar uyudu, süslen azıcık, kadınsın… O kadar koşturuyorsun hala popo, hala göbek… Üzüldün ye, sevindin ye, sıkıldın ye, yazıktır atılmaz ye…

Senin balkondaki sepette her zaman soğan patates taptaze. Bir bahar yaşatmadın onlara ahh…

Yazan : Sade Denizler