Yazılardan Haberdar Olun

E-mail Adresiniz :

31 Aralık 2009 Perşembe

Mutlu Yıllar / Happy New Year

Merhabalar,

2010'un ve daha sonra gelen yılların  hepimize sağlık, mutluluk, bereket getirmesini diliyorum. Başımıza hep iyi ve yararımıza olanların gelmesini, sevdiklerimizden ayrı kalmamayı dilerim.

Sevgilerimle,

Gece Mavisi Fatoş

**********

Dear All,

I wish 2010 and the other coming years bring all of us health, happiness,  plentifullness. I wish that all good and beneficial   happens to us and we stay together with our loved and beloved ones.

With love,

Night Blue Fatos

11 Ekim 2009 Pazar

Duygu'dan Brownie Tarifi :)



Merhabalar,
Sevgili Duygu yoğun taleplerimize dayanamayarak bize brownie yaptı ve ofise getirdi. Onun sayesinde nefis bir brownie yedik. Yaptığı beğenilmezse diye çok korkuyordu. Korkularının tamamen yersiz olduğunu kendisi de gördü. Üstelik sunumu çok iyiydi. Hem evde dilimlemiş, hem de servis kaşığını, kavanozda hindistan cevizini ve hindistan cevizi servisini yapacağı çay kaşığına kadar evden hazırlıklı gelmişti. Eskilerin dediği gibi “şeytan ayrıntıda gizlidir” gerçekten. Bunları da yapınca tam puan aldı.


Şimdi de onun tarifi:
Malzemeler:
• 2 yumurta
• 1,5 su bardağı şeker
• 1 su bardağı ayçiçeği yağı
• 2 su bardağı un
• 1 paket kabartma tozu
• 1 paket vanilya
• 1 su bardağı süt
• 3 yemek kaşığı kakao
• Ceviz


Sosu için:
• 1 paket çikolata sosu
• 3 su bardağı süt
Pişirme kabını serviste de kullanabileceğinizi gözönüne almalısınız. Bu nedenle borcam uygun bir kaptır. Bütün malzemeleri karışıtırarak yağlanmış pişirme kabına dökünüz. 170 derece fırında 30 ila 45 dakika arası bir sürede pişecektir. Herzamanki gibi kendi fırınınıza göre ayarlamanızı öneririm. Fırından çıkardıktan sonra soğumaya bırakın. Ve soğuduktan sonra istediğiniz büyüklükte dilimleyin.
Bu arada hazır çikolata sosunu 3 bardak sütle karıştırarak pişirin. Ve soğuk kekin üstüne sıcak olarak sosu dökün. Üstüne hindistan cevizi serperek servis yapabilirsiniz. Yanında vanilyalı dondurmayla çok güzel olacaktır.
Afiyet olsun.
Sevgilerimle,
Gece Mavisi Fatoş

28 Eylül 2009 Pazartesi

Tuzlu Kurabiyeler


                                                           





Merhabalar tekrar:),

Uzun süredir yapmadığım tuzlu kurabiyeyi dün yeğenim Ceyda için yaptım.

Üniversite 2.sınıfa başlamak üzere dün Antalya'dan İstanbul'a geldi.
 Tahtakale’ye bir gidişimde aldığım plastik kalıpları kullanarak Dilek T’nin yaptığı poğaçalar gibi tam çerezlik ebatlarda kurabiyeler elde ettim. ( Toplam 60 tane oldu)


Malzemeler:

  • 125 gr margarin ( yumuşak olacak )
  • 1 fincan sıvıyağ
  • 1 su bardağı yoğurt
  • Yarım limon suyu
  • 1,5 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1,5 tatlı kaşığı tuz
  • 2-3 tatlı kaşığı kuru nane
  • 2-3 tatlı kaşığı kırmızı pul biber
  • Aldığı kadar un ( 3,5 bardak ile başlarak toplam 4 bardak civarında un koydum )
  • 1 yumurta sarısı ( üzerlerine sürmek için )

Bütün malzemeyi aynı anda çukur bir kaba koyarak kulak memesi kıvamına gelene kadar önce karıştırın sonra yoğurun. Arzu ederseniz önce un haricindeki malzemeleri karıştırarak üstüne aldığı kadar un ekleyebilirsiniz.


Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alarak bir ekmek tahtası / hamur tahtası üstünde elinizle veya kalıplarla şekil verebilirsiniz. Yüksekliği bir parmak kalınlığında veya azdaha ince yapmanız yeterlidir.


Hafif yağlanmış tepsiye dizerek yumurta sarısını üzerlerine sürün.


150 derece fırında 15 dakika altını ve 15 dakika üstünü pişirmek yeterli oluyor. ( Toplam 30 dakika ) Kendi fırınınıza göre ayarlama yapabilirsiniz.


Benim kalıplarımla ufak oldukları için heryerde çerez gibi atıştırabilirsiniz.

Arzu ederseniz hamurun içine nane ve kırmızı pul biber yerine peynir rendesi ve maydanoz / dere otu ekleyebilirsiniz. Bu çeşitliliği gönlünüze göre yapabilirsiniz. 


Afiyet olsun,



Gece Mavisi
Fatoş

25 Eylül 2009 Cuma

YEŞİL MERCİMEKLİ MAKARNA




YEŞİL MERCİMEKLİ MAKARNA



Yeşil mercimekli makarnayı yine evde yemek olmadığı bir gün yaptım ve hoşuma gidince sizlerle paylaşmak istedim.Basit, lezzetli bir yemek veya aperatif olarak değerlendirebilirsiniz.


Malzeme:


  • Haşlanmış yeşil mercimek
  • İstediğiniz tür makarna ( ben burgu kullandım )
  • Kuru soğan
  • Sıvıyağ
  • 1 kaşık domates salçası
  • Tuz


Yapılışı :


Çukur bir tencerede yeterli miktarda suyu kaynatın. Kaynayan suya biraz tuz ve biraz sıvıyağ dökün. Sonra da makarnaları içine atın. Makarnayı hangi sertlikte istediğinize bağlı olarak 6 ila 10 dakika kaynatın. Haşlanan makarnayı süzgeçe dökerek soğuk su ile yıkayın.


Makarna haşlanırken başka bir tencerede küçük küçük doğranmış kurusoğanları sıvıyağda kavurun. Soğanlar kavrulduktan sonra salçayı da biraz kavurun, gerekirse cok az su ekleyebilirsiniz. Haşlanmış yeşil mercimeği ve makarnayı üstüne ekleyin. Yeterli sıcaklığa gelince tabaklara servis yapabilirsiniz.


Afiyet Olsun.




Sevgilerimle,

 
Gece Mavisi Fatoş




Notlar :


  • Makarnanızın üstünü 2 parmak geçecek kadar suda haşlama işlemini yaparsanız, fazla su artmaz, böylece makarnanın bütün vitaminleri içinde kalır.
  • Uzun süredir makarnayı hep sıvıyağla yapıyorum. Arzu ettiğiniz lezzete göre tereyağ veya margarin kullanabilirsiniz. Bu durumda sıcak yemeniz gerekir. Sıvıyağla yaparsanız soğuk olarak ta yiyebilirsiniz.
  • Haşlanmış mercimek yerine istediğiniz, damak tadınıza uygun herhangi bir malzemeyi kullanabilirsiniz.

24 Eylül 2009 Perşembe

Kakaolu Kek Tarifi

 

Sevgili Duygu için annemin kakolu kek tarifi geliyorJ

 

 

Duygu'cum bekliyoruz senden en kısa zamanda,

 

 

Malzemeler :

 

v      3 yumurta

v      1,5 su bardağı toz şeker

v      1 su bardağından bir parmak eksik sıvı yağ

v      1 su bardağı yoğurt

v      1 paket kabartma tozu

v      1 paket vanilya

v      Aldığı kadar un ( hafif akıcı bir hamur olacak – boza kıvamı gibi )

v      2  yemek kaşığı kakao

 

 

Yapılışı :

 

Şeker, yağ ve yoğurdu şeker eriyene kadar karıştırın. Yumurtaları da karışımın içine kırarak biraz daha karıştırın. Sonra azar azar un ekleyerek karıştırmaya devam edin. Unla beraber kabartma tozunu ve vanilyayı da ekleyin.  Unu eklemeden önce elerseniz daha iyi olur.    Hafif koyu boza kıvamında akıcı bir hamur elde etmeniz yeterlidir.

 

Kek kalıbını yağladıktan ve unlandıktan sonra hazırladığınız  hazırladğınız hamurun ucte ikisini kalıba dökün.  Kalan hamura 2 kaşık kakaoyu ekleyin ve karıştırın. Bu hamuru da kalıba dökün.

 

Önceden ısıtılmış 175 derece fırında 45 dakikada pişecektir.  Her defasında dediğim gibi kendi fırınınızın sıcaklığına göre değişiklik olabilir. Kekin iyice kabarması  için pişerken fırının kapağını açmayın. İyi pişip pişmediğinden emin olamıyorsanız keke bir bıçak batırın. Bıçak temiz çıkarsa kek pişmiş demektir.

 

Notlar :

 

v      Keki  fırından çıkardıktan sonra biraz soğutun ve kalıbı hafifçe sallayarak servis tabağına ters çevirin. 

v      Isterseniz kakao koymadan sade yapabilirsiniz.

v      Biraz limon kabuğu rendesi ekleyebilirsiniz.

v      Azıcık tarçın eklemek nefis bir kokusu olmasını sağlayacaktır.

v      İsterseniz biraz kuru üzüm veya başka kuru meyva ekleyebilirisniz. Hafifçe unlayarak eklerseniz, dibe batmazlar.

 

 

 Afiyet OlsunJ

 

 

Sevgilerimle,

 

 

Gece Mavisi

Fatoş




Sade Denizler'den PEPEÇURA ( ya da Pepeçi ) Tarifi



Bu defa tarifimiz Kuzey'den Karadeniz'den geliyor:)

*****************************

PEPEÇURA


Fatoş'un köşesinde ben de bir yemek tarifi yazacağım, amanın…  Antakyalı arkadaşımın nefis tariflerinin yanına… 

Fatoş Antakyalı,  ben de Karadenizliyim canım.  Bizim de mutfak zengindir.  Gerçi o mutfaktan benim evin mutfağına pek intikal olmadı ama olsun, o benim beceriksizliğimden.  Bir de küçükken çok yemek seçmemden.  Yemediğim şeyleri yapmasını da öğrenemedim haliyle…

Efenim,  bir tatlı tarifi yapacağım size.  Rengi nefis: fuşya.  Kaselere konup, soğutularak yenen cinsten.  Kokusu!!!  Pişirirken bütün eviniz şahane kokacak, bayılacaksınız…

Malzeme: Laz üzümü, şeker, mısır unu.  Hepsi bu kadar.
Laz üzümü işin en önemli kısmı.  Eğer "o nedir" dediyseniz, daha önce hiç yemediniz demektir.  Pazarlarda bu aralar bulabilirsiniz.  Mor üzüm.  Biraz küçük taneli.  Taneleri yusyuvarlak.  Tanesini sıkınca kabuğu içinden pıt diye ayrılır.  Çok güzel bir aroması var… Laz üzümü diye satılıyor.  Bulamazsanız Karadenizli bir tanıdığınıza  sorun, "pepeçura yapacağım" deyin. O mutlaka bilir nerede satıldığını.


Yapılışı:
Şimdi bu üzümleri bir güzel yıkayın.  Salkımlar halinde tencereye koyup, bir süre kaynatın.  Tanelere ayırmanıza gerek yok.  Sonra kevgirden geçirip, süzün.  Posasını mümkün olduğu kadar ezin.  Bırakın soğusun.

Malzememiz işte bu üzüm şırası…

Bu üzüm suyunu muhallebi yaparken süt kullanır gibi kullanacağız.  Eğer süte su katma huyunuz varsa, işte onu burada yapmayın.  Sadece üzümün kendi suyu tamamdır.  Nişasta ya da pirinç unu yerine de mısır unu koyacağız.  (İnce mısır unu kullanın, Pınar iyi mesela…)  Bir de biraz şeker ilave edeceğiz.  Ölçüler size ait.  Herkes muhallebi yapmasını bilir canım.

Piştikten sonra kaselere dökün.  Soğuk servis yapın… Tencerenin dibini parmakla sıyırıp yalamayı ihmal etmeyin. 


Afiyet olsun… 

Not:  Bu tarifi üzüm yerine nar, mor erik, böğürtlen, karadut, yaban mersini ile de deneyenler, hatta mısır unu yerine pirinç unu veya nişasta koyanlar da oldu.  Ama üzümle yapacaksanız –ki orjinali odur- mutlaka laz üzümü kullanın.  O koku ve aroma başka üzümle olmaz.

20 Eylül 2009 Pazar

Sade Denizler'den bayram yazisi


BİZİM DE EL ÖPENLERİMİZ ÇOK OLSUN

 

 

“Akraba, sakalının batacağını bildiğin halde, öpmek zorunda olduğun kişidir.”

Demişti Küçük Joe.  Kamera evden ağır ağır uzaklaşırken.  Pencerelerde ışıklar bir bir sönerken.  Herkes herkese tek tek “İyi geceler”  derken.  Küçük Joe günlüğüne o günü özetleyen felsefi cümleler yazarken ve biz bunları yankılı dış ses olarak duyarken…

 

Akraba, sakalının batacağını bildiğin halde, öpmek zorunda olduğun kişidir…

Ben bu cümleyi televizyonda o dizide duyduğumda, evimiz akraba doluydu ve galiba yanaklarım biraz acımıştı… 

 

Akrabalar, çocukluğu şölene dönüştüren protokol izleyiciler.  Yerleri hep hazır.  İstedikleri zaman izlerler, alkışlarlar, şovuna katılırlar, işine karışırlar, senin büyümene destek olurlar.  Bu destek işini bazen başarırlar, bazen başaramazlar; ortası olmaz hiç bir zaman…  Çok önemli buldukları sıfatlarının hakkını vermeye can atarlar:

-Halanım ben senin!

-Dayıya hiç böyle yapılır mı?

-Ona de ki, dedeme söylersem…

-Ee.. Sen kimin yeğenisin!

 

Gel zaman git zaman büyürsün.  Sonradan oluşturduğun kendine ait dünyanı ilk sıraya koyarsın.  Akrabalar artık biraz uzakta dursun istersin.  Hayır, onlar hep ordadırlar.  Beklerler hep; yine alkışlamak için, yine şovundan rol kapmak için,  büyümene nasıl destek olduklarını sana hatırlatmak için.  Vazgeçmeden beklerler…  Yaşlanırlar ama sana yakınlıkları ve sıfatları asla  değişmez; ‘eski amcan’, ‘mahalleden deden’, ‘çocukluk teyzen’  olmazlar hiçbir zaman.

 

Bugünlerde benimkiler harıl harıl evlerini temizliyor, biliyorum.  Perdeler yıkanıyor, avizeler siliniyor.  Birkaç gün sonra baklavalar, tatlılar hazırlanmaya başlanır.  Çocuklara hediyeler çoktan alınıp konmuştur bir köşeye.  Şekerliklerde lokumlar, bademler hep hazır zaten kolonya şişesinin yanında.

 

Haydi,  gidelim de onlar bayram etsin, biz berhudar olalım…

 

İyi bayramlar herkese.

 

Sade Denizler


--
http://www.fatosunkosesi.com/

18 Eylül 2009 Cuma

İYİ BAYRAMLAR

Merhabalar,


Hepinize çok keyifli, huzurlu, sevdiklerinizle beraber güzel bir bayram dilerim.
Umarım herzaman yaşamınız böyle geçer.

Şunu unutmayın ki olumlu olmak, affedici olmak, kırgınlıklarınızın üstesinden gelmek ençok sizin yararınıza olacaktır. İçinizden olumsuz duyguları atmak herzaman öncelikle sizi hafifletecektir.

Gelin bayramı bayram yapalım, kırgınlıkları, küskünlükleri bir tarafa atalım, hafifleyelim. 


Sevgilerimle,


Gece Mavisi Fatoş

14 Eylül 2009 Pazartesi

Poğaça Tarifi





Tekrar merhaba,


Şimdi de bir arkadaşımın ( Dilek T.) poğaca tarifini veriyorum. Ben tadına baktım, gayet lezzetli olmuşlardı.


POĞAÇA TARİFİ ( Dilek T.)

* 1 Su bardağı yoğurt
* 2 Yumurta ( 1nin sarısını ayırın )
* 1 Kabartma tozu
* 1 Bardağa yakın sıvı yağ
* 2 Yemek kaşığı katı yağ
* 1 çay kaşığı tuz
* Aldığı kadar un ( Yarım kilo kadar un alıyor )
* Çörek otu
* Küp küp doğranmış siyah ve / veya yeşil zeytin, sosis, kaşar peyniri, kavurma, mantar vs. ( damak zevkinize göre istediğiniz malzemeyi kullanabilirsiniz)

Bütün malzemeyi aynı anda hafif çukur bir kaba koyarak memesi kıvamına gelene kadar önce karıştırın sonra yoğurun.

Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alarak avucunuzda yuvarlayın. İçine bir oyuk yaparak hazırladığınız malzemeden bir parça içine koyun. Hamuru tekrar yuvarlayın, malzeme içinde kalsın.

Hafif yağlanmış tepsiye birleştirme kısımları belliyse altta kalacak şekilde dizin. Ayırdığınız yumurta sarısını üzerlerine sürün ve çörek otundan serpin.

Pişmesi 150 - 175 derece fırında 15 dakika kadar sürüyor.

Ufak oldukları için TV seyrederken bile çerez gibi atıştırabilirsiniz.

Afiyet Olsun

Gece Mavisi
Fatoş

6 Eylül 2009 Pazar

Şekerpare







Sıra geldi tatlıya :)

Bugün şekerpare denedim ilk defa. Daha doğrusu annemle denedik. Hem kendimiz yaptık hem de çok beğendik.


Malzeme:

Hamuru için:

  • 250 gr oda sıcaklığında yumuşamış margarin
  • 3 adet yumurta - oda sıcaklığında ( birinin akı ayrılmış olacak )
  • 1 çay bardağı yoğıurt
  • 4 su bardağı un
  • 3 yemek kaşığı irmik
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket vanilya
  • 1 çay bardağı kabukları soyulmuş çiğ badem veya yer fıstığı

Şurubu için :

  • 3 su bardağı toz şeker
  • 3 su bardağı sıcak su

Yapılışı :

Bir kapta margarin, 2 yumurta ve 1 yumurta sarısını elinizle karıştırın. Bir başka kapta un, irmik, vanilya ve kabartma tozunu karıştırın. İki karışımı birleştirerek iyice yoğurun. Elinize yapışmayan ve kulak memesi kıvamında bir hamur elde etmelisiniz. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak yuvarlayın. Yuvarladığınız hamurun ortasına parmağınıza hafifçe bastırarak küçük bir çukur oluşturun. Bu çukurlara bademleri veya yer fıstıklarını yerleştirin. Ayırdığınız yumurta akını üzerlerine sürün.

Hamurları yağlanmış fırın tepsisine veya yağlı kağıda aralıklı olarak yerleştirin, çünkü çok genişliyorlar. Yaklaşık 5 dakika önceden ısıtılmış 175 derece fırında üzerleri iyice sararıncaya kadar pişirin.

Bu arada su ve şekeri çukur bir kapta şeker eriyinceye kadar çatalla karıştırın. Ilık şurubu fırından çıkan sıcak şekerparelerin üstüne gezdirin. Şekerpareler şurubu çekince tepsiden çıkararak servis tabağına yerleştirin.

Bu tarifi kullanırsanız :
  • Yaptığımız hamur biraz sert olduğu için 3 bardak un ile malzemeyi hazırlayarak, elde ettiğiniz hamurun kıvamına göre kalan undan yeteri miktarda eklemenizi öneririm.
  • Şurubu döktükten sonra şekerpareler hepsini emmedi. Bu nedenle kaşıkla tepsiden alarak tekrar tekrar üzerlerine döktüm.
  • Hamurdan dolayı şekerpareler sert ama lezzetli oldu.
Afiyet olsun.


Gece Mavisi Fatoş

5 Eylül 2009 Cumartesi

Patates Çorbası ve biraz da sohbet :)




Tekrar Merhaba, :)

Şu sıralar yemek tariflerine sarıldım nedense. Ramazandan olsa gerek diye düşünüyorum. Sonra da düşündüm, yemek ne kadar önemli bizim için. Az yedim, çok yedim. Kilo aldim, kilo alamadim. Türk halkı olarak genelde masada bir çeşit yemek olsa bizi memnun etmez. Ne yapar eder, salata dahi olsa 1-2 çeşit daha sofraya getiririz. Birkaç kişi bir araya gelince eninde sonunda döner dolaşır ve bir bakarsınız yemek konuşuluyor. Yeni tarifler alanlar, bir tarifte değişiklik yapanlar ya hemen en yakınlarıyla paylaşırlar ya da devlet sırrı gibi saklarlar. Bir arkadaşımın kayınvalidesinin neredeyse kasaya kilitlediği yılların etkisiyle eskimiş hırpalanmış bir tarif defteri vardı. Aman bi görseniz köşe bucak saklardı o defteri. Eeee saklıyor ya bizim için çok gizemli bir defter oldu yıllar boyunca. Ben annemden ve anneannemden yemek eğitimimin temelini aldım. Çıraklık eğitimim domates soymakla başladı. Çocukluğumun bir dönemi anneannemlerle ve kalabalık bir evde geçti. Anneannem yemek yaparken ben hep onun çevresinde dolanır ve yardım etmek isterdim. Payıma da çoğunlukla domates soymak düşerdi. Salonda büyük bir masamız vardı, onun altına girip, o mis kokulu lezzetli domatesleri soyardım. Tabii ki elime verdikleri 1 ya da 2 domates olurdu doğal olarak. Bıçak yerine ne kullanırdım, hatırlamıyorum. Ben hep anneannemden, annemden, kızkardeşimden, son 4-5 yıldır gelinimizden ve yakınlarımdan tarif aldım, yemek yapma konusunda çokşeyler öğrendim. Anneannemin ve annemin göz kararı tarifleri herzaman en başarılı tariflerim olmuştur. Başkalarına tarif vermek için ya da buraya yazmak için mutlaka bir ölçü gerekiyor. Bu nedenle, buraya yazacağım tarifleri uygularken mutlaka kullandığım malzeme ve ölçüleri bir kenara not ediyorum.

Tüm bunların yanısıra yıllaaar önce Leman Cılızoğlu Eryılmaz'ın Türk Mutfağından Seçme Yemekler diye bir kitabını almıştım. Çok başarılı ve klasik türk yemekleri konusunda hem ölçü hem öneri hem açıklama hem de tarif olarak her evde bulunmasını önerdiğim bir kitaptır. Evinizde bulunan malzeme ve olanaklara göre yazılmış tariflerdir. http://www.ilknokta.com/urun/66747/Turk-Mutfagindan-Secme-Yemekler--Leman-Eryilmaz.html

Yazdığım herhangi bir konuyla ilgili öneri, yorum, uyarı yapmak isterseniz lütfen bana cincinoglufatos@gmail.com adresinden ulaşır mısınız?

Artik gelelim Patates Çorbası tarifine...

Bunu Birsen'den aldım yine. Zor yemek yiyen çocuğu olan aileler için önerdiğini söyledi. Evde et yoksa etsiz de lezzetli olduğunu ve gaz sorunu olan çocuklar için nohutsuz yapılabileceğini söyledi.
Ben aracıyım sadece :)


Malzemeler :

  • 300 gram haşlanmış kuşbaşı kuzu eti ( kemikli et te kullanabilirsiniz )
  • 1 kase haşlanmış nohut
  • 5-6 tane ortaboy patates
  • Sıvıyağ
  • Haspir = Safran veya kırmızı pul biber

Terbiye için :

  • 2 yemek kaşığı un
  • 4 yemek kaşığı yoğurt
  • 1 yumurta

Yapılışı:

Haşlanmış et ve nohutu birleştirin. Küp küp doğardığınız patatesleri içine atın ve patatesler pişene kadar kaynatın.

Terbiye için, ayrı bir kapta un, yoğurt ve yumurtayı iyice karıştırın.

Pişmiş olan çorbanın suyuyla yavaş yavaş karıştırarak çorbaya ekleyin. Çok hızlı eklerseniz yumurtalar pişer. Ben genelde terbiyeyi biraz büyük kasede hazırlayarak kasenin içine azar azar çorba suyunu eklerim. Ve sonunda kasedeki sıcaklık çorbanın sıcaklığına yaklaşmış olur, o zaman yine yavaşça çorbaya eklerim hepsini. Biraz daha kaynatırsanız çorbanız hazır olacaktır.

Servis yapmadan önce çorbanın üstüne yağda haspir ( yani safran ) veya kırmızı pul biber yakarak ekleyebilirsiniz.

Afiyet olsun,

Gece Mavisi Fatoş

31 Ağustos 2009 Pazartesi

BEZELYELİ ŞEHRİYE ÇORBASI




Merhabalar,

Pazar günü annem yemekleri yaptıktan sonra menüde çorba olmadığını gördüm. Ramazanda çorbasız sofra olmaz diyenlerdenim. Evde bulunan malzemelere bakarak aşağıda tarifi bulunan çorbayı yaptım. Gayet lezzetli olduğunu görünce sizlerle paylaşmak istedim.


BEZELYELİ ŞEHRİYE ÇORBASI


Malzemeler:


  • Domates salçası
  • Sıvı yağ
  • Taze iç bezelye
  • Tel şehriye
  • Pilavlık bulgur
  • Et su veya et suyu veya tavuk suyu
  • Limon
  • Taze maydanoz
  • Sıvı yağ
  • Tuz


Yapılışı :

Domates salçasını sıvı yağda kavurun. Üzerine yeteri kadar su koyup, bezelyeleri içine atın. Etsu koyacaksaniz bu aşamada eklemelisiniz. Ya da tamamen tavuksuyu / etsuyu ile pişirebilirsiniz. Bezelyeler pişene kadar kaynatın. Bezelyeler piştikten sonra içine tel şehriye ve pilavlık bulguru ekleyin. 15 dakika kadar sonra pişmiş olacaktır. Hem salça hem de etsuyu koyduğum için tadına baktıktan sonra tuzunu ekledim.


Servis yaparken içine limon sıkabilir ve üstüne kıyılmış maydanoz serpebilirsiniz.


Afiyet Olsun,


Gece Mavisi Fatoş


Notlar :

  • Ben bulgur sevdiğim için bulgur ekledim, sadece şehriye ve bezelye ile yapılabilir.
  • Miktarlari belirtmedim çünkü kişi sayısına ve çorbayı nasıl bir yoğunlukta istediğinize göre buna siz karar verebilirsinz.

30 Ağustos 2009 Pazar

KIYMALI BÖREK






Bizim evde her zaman kıymalı börek çok sevilir. Kilo sorunlarımızdan dolayı artık pek yapmıyoruz. Bugün yapınca hemen fotoğraflarını çekerek tarifini yazmayı istedim.

Herkese iyi ramazanlar,

KIYMALI BÖREK

Malzemeler

5 adet yufka
2 adet yumurta
Yarım çay bardağı sıvıyağ
1 su bardağı yoğurt

İçinin malzemeleri

Yarım kilo kıyma
Tuz
Karabiber
Yarım çay bardağı sıvıyağ
4 adet kurusoğan
4 diş sarımsak
1 tane taze yeşil biber
1 tane taze kırmızı biber ( közleme için kullandıklarımızdan)
Biraz taze maydanoz
Bir çay kaşığı toz şeker

Yapılışı

Kıymayı tencereye koyun, tuz ve karabiberi ekleyerek kavurun. Bu arada soğan, sarımsak ve biberleri küçük küçük doğrayın. Kıyma kavrulduktan sonra yağı ve doğranmış soğan, sarımsak ve biberleri ekleyin. Bu malzemeler de kavrulduktan sonra doğranmış maydanozu ve şekeri karıştırarak altını kapatın, soğumaya bırakın.

2 yumurta, 1 bardak yoğurt ve yarım çay bardağı sıvıyağı bir çukur kabın içinde karıştırın. Bu malzemeyi hem böreğin içine hem de fırına vermeden önce üstüne süreceğiz.

Yufkaları 4e bölün. Daha küçük börekler isterseniz 8e bölebilirsiniz. Az önce hazırladığınız sıvı malzeme ile içini ıslatın. Geniş kenarına hazırladığınız kıymalı harçtan 1 yemek kaşığı koyarak kenara paralel olacak şekilde yayın. Daha sonra tüm yufkayı rulo halinde kıvırmaya başlamadan önce kıymalı malzemenin koyduğunuz baş kısmın 2 ucunu iki kenarını içe doğru hafifçe kıvırın. Malzemenin dışarı akması önlenmiş olur. Ruloyu da soldan sağa veya sağdan sola olmak üzere içe doğru kıvırarak son şeklini verebilirsiniz.

Börekleri bu şekilde hazırlayarak hafifçe yağlanmış tepsiye dizin. Arzu ederseniz yağlı kağıt üstüne dizebilirsiniz.

Fırınınıza göre 150 veya 170 derecede 35 dakikada pişecektir. Böreklerin altının ve üstünün kızarmış olması gereklidir.

Afiyet olsun.

Gece Mavisi Fatoş

23 Ağustos 2009 Pazar

VEFA

VEFA

“Vefa” dedi Fatoş…

“Tamam” dedim. Lugatımda bold yazılı kelimelerden biri o. Açtım baktım; kafasını Kemalettin Tuğcu kitabından kaldırmış çocuk gibi bakıyor melun melun.

‘Vefa’nın o duygusal çocuk bakışına kanmamayı başaracağım. Tozunu alıp, içine bakacağım:

İyilik yapmakla başlıyor hikaye…

Ama ‘içten gelerek’ yapılıyor iyilik.

Sonra?..

Gün oluyor, devran dönüyor…

O iyiliğin karşılığı talep ediliyor.

Ödeşme!

Vefa… bir çeşit kredi…

‘İçten gelerek’ yapılmış iyiliğin gün gelip de karşılığının ödenmesi.

Ödemezsen ne olur? Vefasızlık…

Dünya artık o kadar hızlı dönüyor ki… Kimse, ne zaman ve ne şekilde geri döneceğini bilmediği bir iyiliği ‘içinden gelerek’ yapmak istemiyor. Düzen böyle, yoksa çemberin dışında kalırsın!..

Benim gibi 40’larını yaşamakta olan biri için bu hız biraz fazla canlar… Ben o hızlı rüzgarları almayan bir kuytuda, çemberin de epeyce dışında, Kemalettin Tuğcu okuyan çocuğun bakışlarından etkilenmeye devam etmek istiyorum. İzninizle…

Kaynamış, demlenmiş, dinlenmiş dostlukların verdiği güveni; hangi kredi, hesap-kitap yada anlaşma verebilir ki? Di mi Fatoş?

En iyi yatırım için çok uzun vadeli dostluklarda kalın canlar.


Şimdilik sevgi ile kalın,


Sade Denizler

DEDEM VE BEN

BENİM DEDEM

İlk tanıdığım adamdı dedem.

İlk sevdiğim adam…

Ben ve kardeşlerim ela gözlerinin içine bakıp kaç değişik renk benek olduğunu sayardık çocukken. Sarı, turuncu, koyu yeşil, kahverengi noktacıklar vardı gözlerinde. Ben böyle rengarenk göz görmedim başka kimsede.

Burnunun ucu sanki hafifçe cama dayanmış gibi düzdü. Yukardan aşağıya gelir gelir, ucunda bir düzlük. Böyle burun da görmedim hiç kimsede.

Sakalını taramak için kavga ederdik. Hiç birimize kıyamaz, sakalını bölüm bölüm taratırdı. Bu defa da ortadaki beyazlamış bölüm için kavga ederdik. O sakal bir saat taranırdı. Bir dizde iki çocuk, diğerinde iki. Tarak bir birinin elinde, bir ötekinin. Nasıl sabırla severdi bizi…

Cuma günleri çarşıya camiye giderken çok şık giyinir, köstekli saatini, fötr şapkasını takar, acayip yakışıklı olurdu. Bir tek sürdüğü kokuyu beğenmezdim… Onu sürmediği zamanlar (yani diğer günler) dedem dedem kokardı. İşte o güzeldi.

Bana, kız kardeşlerime örgü örmeyi o öğretti. Kalık yünlerden upuzun şeritler örerdik. Babaannem de onları büker, diker, paspas yapardı. Dikiş makinesinde giysilerinin tadilatını kendisi yapardı dedem. Dizleri eskimiş pantolonlarını diz üstünden keser, aşınmış bölümü bacağın arka tarafına gelecek şekilde yeniden dikerdi. Yeleklerine ihtiyacına göre bir sürü cep diker, yama yapar, eskiyen manşetleri değiştirirdi. Bir defasında bana mavi bir etek bile dikmişti.

Sizin hiç böyle bir dedeniz oldu mu? Hem de Karadenizli…

Babam gurbette. Çoğu arkadaşımınki de öyle. Biz dedemin Çayeli’ndeki kocaman bahçeli, kocaman evinde halalar, amcalar, yengeler, kuzenler bir sürü kişi bir arada yaşardık.

Sinide ortaya konan yemekten hep beraber yerdik. Karnımın ne kadar yemekle doyduğunu, 9 yaşında İstanbul’a taşındığımızda, ayrı tabaklardan yemeye başladığımızda öğrendim. Herkesle birlikte yiyince ne kadar yediğini göremiyor ki insan… Yada meyveyi ağacın dalına tüneyerek yiyince… Ne bileyim kaç dal kiraz yediğimi…

Kocaman bahçedeki kocaman kiraz ağacının dalındaki uzun salıncak denize doğru giderdi. Bir de bahçenin patika yoluna doğru giden elma ağacındaki salıncak vardı. Denize doğru gidende sallanmak çok keyifliydi. Denizin hemen dibinden başlayan dağın eteklerini geçince bir an sadece deniz görünürdü, uçuyormuş gibi…

İşte bu kocaman eğlenceli evin reisi dedemdi.

Benim okuldaki velim de dedemdi haliyle…

Dedem ilkokul kaydım için elimden tuttu, beni okula götürdü. Evimize (nispeten) yakın olan okul (yürüyerek 15 dakika), o sene açılıyordu. Müdürün odasına girdik. İkimiz de heyecanlı. Müdür sordu, dedem cevapladı. Dedem sordu, müdür cevapladı.

İşlemler bitti.

Müdür:

-Hayırlı olsun. Çocuğun numarası 9, dedi.

Dedem nasıl sinirlendi. Başladı söylenmeye:

-Olmaz müdür bey. 9 zor. Çocuk nasıl ezberlesin bunu? Yuvarlak hesap bir numara verin 10 olsun mesela.

Müdür çok güldü. Dedemi ikna edemedi ama dedem sonunda vazgeçmek zorunda kaldı. Kapıdan çıkarken bir baba-kız girdi içeri. O kız üç sene boyunca sınıf arkadaşım oldu. O kızın hem adı, hem numarası çok güzeldi: Adı Güneş, numarası 10.

Okul açıldı. İlk zamanlar dedem beni her gün okula kadar götürüyordu. Çantamı taşıyor, sıramın altına bile yerleştiriyordu.

Bir iki gün sonra okula giderken dedem, koca bir çivi ve çekiç de aldı yanına. Sıramın dış kısmına çaktı o çiviyi. Çantamı da astı bir güzel. Meğer çantamı kucağıma alıp içinden kitap falan çıkarırken zorlandığımı görmüş.

Bir tek benim sıramda çividen askı vardı. Ben çantamı hep oraya astım.

Sizin hiç böyle dedeniz oldu mu? Benim oldu.


Sade Denizler

16 Ağustos 2009 Pazar

Kızım Ingiltere'den döndü

Kızım İngiltere’den Döndü

“15 yaşında kızı İngiltere’ye gönderiyorsun da ne oluyor?” diye merak ediyorsanız eğer, hiçbir şey olmuyor canlar. Yani bizimki için öyle oldu. Dediler ki, karşılarken büyümüş gelecek sana, olgun gelecek, falan filan. Hayır efenim, ben paketi gönderdiğim şekilde aynen teslim aldım. Bir tek kafasına yeni aldığı kurdaleli toka yabancıydı.

İngilizcesine bu 5 haftanın katkısını ben ölçemem ama diğer hal ve davranışlar aynen sabit.

Bu belki de iyidir. Çocuk bu operasyonla gerçekleşecek değişimleri daha evvel halletmişse yani. Zaten olgun bir çocuktan ekstra olgunluk beklemek olmazdı belki de. Ee Allah için olgun kız benimki.

O ve arkadaşları sağ salim gittiler, döndüler. Onlar hedefledikleri şeyleri gerçekleştirdiler. Bundan sonrası için yeni ufuklar planladılar bile. Bu kısım tamam.

Daha ne olsun diyeceksiniz… Ayıptır söylemesi benim kız yatağını toplamaz, çamaşırını kaldırmaz. Dağınıktır, galiba biraz da pasaklıdır. Evden bir çıkışı vardır; saç, baş, kıyafet süper. Ama arkasında bir oda ve banyo bırakır… Ahh… Birden Sezen Aksu dinleyesim geldi…

Benim işte bu konularda biraz umudum vardı. Üç gün bekledim odasının ortasında açtığı bavulları ne yapacak diye. Vallahi hiçbir şey yapmadı! Ben yıkadım, kaldırdım, yerleştirdim, geberdim! İngiltere’ye giderken kafasında gönderdiğim saçları bile saç fırçasından ben temizledim…

Bana İngiltere resimlerini gösteriyor. Orada odası bir düzenli. Giysiler askılara asılmış tek tek. Her şey derli toplu. Her gün erkenden okula da gitti, gecelere kadar arkadaş buluşmaları, şehirlerarası alıveriş yolculukları da yaptı… Ama yine de tertipli olmayı becerebildi.

Yani diyeceğim o ki, sevgili küçük kız anneleri, siz anladınız ne yaparsanız ileride ne oluyor diye. Büyük kız anneleri, inşallah sizler zamanında benim gibi davranmamışsınızdır prensesinize.

Ama yine de bu macera onun tek başına yaban ellerde ve benim de onsuz kendi yoluma devam edebildiğimizi test etmemizi sağladı. Bu da iyi bir kar sayılır, değil mi?

Sevgiler,

Sade Denizler

4 Ağustos 2009 Salı

Selimiye / Marmaris

Odamdan deniz manzarası
Kahvaltı ve yemek masamız ( Seray Pansiyon ) Selimiye - 1
Selimiye - 2
Selimiye - 3
Selimiye - 4

Merhabalar:),

Şu anda bir geceyarisi Marmaris / Selimiye'de Ada pansiyon'da kaldigim odanin önünde bir taraftan denizi seyrediyor bir yandan yazı yazıyorum. Ağustos böcekleri ve uzaktan denizden gelen bazı hoş sesler var. Yazı yazdığım için balkonda ışık yakmak zorunda kaldim, ışığı kapatınca nefis bir gökyüzü manzarası beni bekliyor.

Hep duyuyorudm burayı ve uzun zamandır gelmek istiyordum, ancak gelebildim. Burası havanın, denizin çok güzel olduğu ve herşeyden önemlisi yerli halkın çok cana yakın, misafirperver olduğu, insanlığın unutulmadığı bir yer. Büyükşehrin ya da başka birşeyin çarkına kapılıp insan olduğunuzu unuttuysanız ve burada yaşamaya karar verdiyseniz sizi de kendilerine benzeteceklerinden emin olabilirsiniz. :)

Buraya ya kendi aracınızla ya da Marmaris'ten minibüsle gelmeniz gerekiyor. Marmaris'ten günde sadece 6-7 kez sefer var. Bu nedenle herkesin fazla gelmediği ve rağbet etmediği bir yer.
Özünü korumasını da buna borçlu bence.

Eğer Selimiye'ye ve/veya Ada pansiyona gelmek isterseniz, bana mail yollayin, ben size bildiğim iletişim numaralarını verebilirim. Ada pansiyonun internet sitesi önümüzdeki sezona hazır olacakmış.

Herkese huzurlu, mutlu ve keyifli günler dilerim.

Sevgilerimle,


Gece Mavisi
Fatoş



3 Temmuz 2009 Cuma

KIZIM ve BEN

KIZIM ve BEN

Bir gün bir arkadaşım, Mecidiyeköy’de dolaşırken, caddenin karşı kaldırımında yeğenini görmüş. Bu olay yıllar önce oluyor. Arkadaşımın henüz çocuğu yokken üstelik. Ve bir annenin, çocuğunun o anda tam olarak nerede olduğunu bilememesinin çok zavallı bir durum olduğunu düşünmüş.

O çocuk o zamanlar lise çağlarındaydı. Şimdi 28 yaşında ve 3 aydır dünyayı dolaşıyor… Şu anda Şili’de.

Çocuklar büyüyor, hayatlarını sırtlanıyorlar. Biraz anneleri sayesinde, biraz annelerine rağmen. Biraz da annelerine inat galiba… Aslında annelerin; çocukları bunun üstesinden gelemez hikayesi ile, kendilerinin bu yetebilme durumu ile yüzleşememesini gizlemeye çalıştıkları çok açık.

Anneler çocuklarını büyütmek ister elbette… Ama yine o anneler çocuklarının bir yanının büyümeyen çocukları olarak kalmasını ister. Bu sanki aralarındaki gizli bir bağ; görünmez göbek bağı;)

Arkadaşım yeğenini Mecidiyeköy’de gördüğü yıllarda benim kızım 3-4 yaşlarındaydı. Değil o anda nerede ne yaptığını bilmeyi, ne düşündüğünü bile tastamam bilirdim her dakika.

Şimdi bu kız büyüdü ve 15 yaşında oldu. Mecidiyeköy’de ve daha pek çok yerde bazen kendi başına bazen arkadaşları ile dolaşıyor yıllardır. Akrabaları ile tatillere gidiyor, okul gezileri ile şehir şehir geziyor, arkadaşlarında kalıyor…

Bu kız birkaç gün önce bir şey daha yaptı; iki arkadaşı ile birlikte 5 haftalığına İngiltere’ye gitti. Onun için nasıl bilemem ama benim için biraz büyük bir adım oldu bu…

Tamam, itiraf ediyorum; annelik arabesk bir durum…

Ancak anne isterse, zaman içinde bu arabesk hali manuel olarak kontrol altında tutmayı öğrenebiliyor. Galiba ben de öğreneceğim. Yavaş yavaş…

Kızım lise giriş sınavına girerken velileri okulun bahçesinde tutup “Şimdi çocuklarınız içeri girsin. Siz burada kalacaksınız.” diye bir anons yapmıştı müdür. O ilerleyen atkuyruğunu, o mavi tişörtlü enseyi gözden kaybolana kadar izledim ve “Buna mecbur edemezsiniz.” diye avaz avaz bağırmak istemiştim.

Neyse ki, bu defa havaalanında biraz daha büyümüş bir anneydim.

“Çok eğlen, bir sürü güzel anıyla dön.” demek geldi içimden. Dedim üstelik. Bağırdım hatta…

Seyahat heyecanı ile arada kaynar diye kızıma öğütlerimi sonraya bırakmıştım. Nasihat, öğüt!… Kim sever ki! Ama ben anneyim. Gerektiğinde “Ben sana demiştim.” diyebilmem lazım. Kızıma bir e-mail’le bir sürü nasihatte bulundum.

İşte o e-mail’den bir bölüm:

“Anne kuralları:

Kural 1: Sigara içmeyeceksin. İçilen ortamda da bulunmamanı tavsiye ederim.
Kural 2: Alkol almayacaksın. Alınan ortamda da kesinlikle bulunmayacaksın. Alkol alınacağını anladığın ortamda bile bulunmayacaksın...
Kural 3: Uyuşturucu almayacaksın. Uyuşturucu alınan veya alınacağını hissettiğin ortamda bulunmayacaksın. Ve sonrasında o kişilerle görüşmeyi keseceksin.
Kural 4: Kendinden büyüklerle duygusal yakınlaşma kurmayacaksın, küçükler konusu sana kalmış...
Kural 5: Sana istemediğin birşey yaptırılmaya kalkışılırsa engel olacaksın, saklamayacaksın, paylaşacaksın ve yardım isteyeceksin!
Kural 6: Kimsenin verdiği ilacı içmeyeceksin.”

Çocuklar büyüyor.; hem kökleri, hem kanatları sağlam olsun.

Sade Denizler


12 Haziran 2009 Cuma

AŞK'TA GURUR VE İNAT / VAINNESS AND OBSTINATE IN LOVE

Merhabalar,

Azönce televizyonda izlediğim bir programın konuşmaları arasında Aşk'ta gurur ve inatın yıkıcı, yıpratıcı ( mı ) olduğundan söz edildi. Gurur ve inat ortadan kalkınca sorunlar da ortadan kalkarmış.

Aynı fikirde misiniz ? Sizce Aşk'ta gurur ve inatin etkisi nedir? Siz aşkınızda gururlu ya da inatçı mısınız ? Ya da her ikisi birden mi ?

Yorumlarınızı ya buradan ya da cincinoglufatos@gmail.com adresine yollar mısınız? Maille gelen yorumları ben buraya ekleyeceğim.

Herkese sevgilerimle,


Gece Mavisi Fatos

*******************

Hello,

In a recent TV programme this was one of the subjects : Vainness and being obstinate gives harm and destroys Love. They also said that, when there is no more vainness and being obstinate, then there is no issue left.

Do you agree with this ? What is your opinion about " how vainnness and being obstinate effects Love"? What is your behaviour in Love? Either or both or neither ? :))

You can place your comments here or email to cincinoglufatos@gmail.com .

With Love,

Night Blue Fatos



4 Haziran 2009 Perşembe

NASIL GÖRÜNÜYORUZ ACABA

NASIL GÖRÜNÜYORUZ ACABA

Kimi görürüz aynaya baktığımızda? Birinin yüzümüze baktığında gördüğünü mü?

Aslında tam olarak değil, simetrisini görürüz yüzümüzün.

Gördüğümüz ifademizin de gerçekle pek ilgisi yoktur aslında. Çünkü aynaya ezberlediğimiz ifade ile bakarız. Yada birtakım roller çalışırız, denemeler yaparız.

Bir fırsatını bulunca aynanın karşısında birisi ile yan yana durun bakalım. Çaktırmadan onun kendisine bakışını inceleyin. Nasıl bir sahtelik, göreceksiniz. Eee aynısını siz de yapıyorsunuz…

Bir de objektifler karşısındaki halimiz var. Hatta bu durumun apayrı bir de adı var: Poz vermek!

Gerçek değil, poz…

Güleriz genelde… yada şirinlik yaparız. O andan önceki şeklimizi değiştirir, toparlanıveriririz hemen. Bazen yanımızdakine sokulma ihtiyacı duyarız nedense. Makine ‘glük’ dedikten sonra da çözülüveririz. Ne yaparız o anda? Daha önceki tecrübelerimizden kopya çekeriz biraz. O an belgelensin diye yola çıkarız, o andan apayrı bir ‘an’ yaşar, sonra o ana geri döneriz…

Gerçi annelerimiz zamanındaki resimleri hatırlarsak… O ürkek, objektifin içi sanki karanlık bir kuyuymuş gibi derin bakış durumlarını nesilden nesile aşmışız artık. Daha mı gerçek olmuşuz resimlerde? Hayır, sahteciliği geliştirmişiz epeyce…

Esas nasıl göründüğümüzü karşımızdaki “kişi” görür sadece, ne hissettiğimizle birlikte…

Biz onun yüzündeki ipuçlarından nasıl göründüğümüzü çıkarırız. Gerçek görüntümüz işte o ipuçlarıdır.

Aynı anda bir şey daha yaparız: biz de nasıl göründüğünü ona yüzümüzle söyleriz…

İşte bu alışveriş ‘hele de doğru mesafede durunca’ mükemmel bir doldur boşalt durumudur.

Orada prova yok… yaz, sil, tekrar yaz mesajlar yok… sahte ve üzerinde çalışılmış mimikler yok. Poz yok.

Söylenemez şeylerin bile sessiz söylenişi var, söylenen yalanların ifade ile ele verilişi var. Yüzünün rengi, elinin hareketi, bakışının kaçışı-kaçamayışı; her yerin, her şeyin konuşur…

Gerçek iletişim… Gerçek yüzümüz…

Dünyanın neresinde ve hangi zamanda olursa olsun, uygun mesafede yüzyüze duran herhangi iki insanın arasındaki bu durum hep aynı ve her zaman en gerçek görüntü… bence…

Sade Denizler

2 Haziran 2009 Salı

A ŞIKKI - B ŞIKKI

A ŞIKKI:

Ne zaman, soğuk bir güne uyanıp da “şu sıcak yatakta kalsam az daha” diye düşündün en son? Eee yatağın dışı da sıcak…

Odan, hatta evinin her yeri de öyle… Yazın ılık, kışın ılık…

Musluğu açıp duş alıyorsun; su istediğin ısıda… Unuttu bünye soğuğu, sıcağı.

Bir kaseye bir şey koyup, üstüne süt ekleyip yiyorsun; kah-val-tı…

Asansörle arabana iniyorsun. Çevir kontağı; istediğin sıcaklık sevdiğin müzik eşliğinde…

İşyerinde, vücut şeklinin kalıbına göre ayarlanmış koltuğuna kurulup, iki minik ayak hareketi ile kocaman masanın bir o yanına bir bu yanına yetişiyorsun. Eteğinin arkası ayakkabından daha çok eskiyor…

Bilgisayarını açıp bütün dünyayı önüne koyuyorsun. Fareyi avuçlayıp, orayı burayı tıklaya tıklaya çalışıyorsun.

İşe güce, yemeye-içmeye ayrılmış zaman dilimlerini bir bir yaşayıp, akşam evine dönüyorsun.

Her zaman fit, her zaman şık… Mecbursun.

Yolda akşam yemeği için plan yaparken balkonda sepetin içinde filizlenen soğan ve patatesler geliyor aklına: “ Aylardır ordalar. Nerden biliyorlar mevsimlerden bahar olduğunu da filizleniyorlar öylece sepetin içinde?”

B ŞIKKI:

Ne zaman güneş yüzünü yalayana kadar yatakta kalıp, gerine gerine uyandın en son? Eee herkesi güne hazırlamak için kargalarla yarışacaksın…

Önce çayı koy. Kim ne giyecek? Sonra yumurtalar… Çantalar!.. hazır mı onlar? Duşlar, kahvaltılar, giyinmeler… Kimi okula yetişecek, kimi işe… Sayende!

İşte gittiler, yayılsana…Yok yok… yatakları topla, masayı topla, banyo batmış temizle… Alışveriş, yemek…

Nasıl olsa evdesin ya; eşin dostun angaryası…

Akşam için hazırlıklar…” adı olmayan” bir sürü iş…

Sen dursan dünya dönmeyecek sanki. Sana öyle geliyor!..

Çocuklar uyudu, süslen azıcık, kadınsın… O kadar koşturuyorsun hala popo, hala göbek… Üzüldün ye, sevindin ye, sıkıldın ye, yazıktır atılmaz ye…

Senin balkondaki sepette her zaman soğan patates taptaze. Bir bahar yaşatmadın onlara ahh…

Yazan : Sade Denizler