Yazılardan Haberdar Olun

E-mail Adresiniz :

23 Ağustos 2009 Pazar

DEDEM VE BEN

BENİM DEDEM

İlk tanıdığım adamdı dedem.

İlk sevdiğim adam…

Ben ve kardeşlerim ela gözlerinin içine bakıp kaç değişik renk benek olduğunu sayardık çocukken. Sarı, turuncu, koyu yeşil, kahverengi noktacıklar vardı gözlerinde. Ben böyle rengarenk göz görmedim başka kimsede.

Burnunun ucu sanki hafifçe cama dayanmış gibi düzdü. Yukardan aşağıya gelir gelir, ucunda bir düzlük. Böyle burun da görmedim hiç kimsede.

Sakalını taramak için kavga ederdik. Hiç birimize kıyamaz, sakalını bölüm bölüm taratırdı. Bu defa da ortadaki beyazlamış bölüm için kavga ederdik. O sakal bir saat taranırdı. Bir dizde iki çocuk, diğerinde iki. Tarak bir birinin elinde, bir ötekinin. Nasıl sabırla severdi bizi…

Cuma günleri çarşıya camiye giderken çok şık giyinir, köstekli saatini, fötr şapkasını takar, acayip yakışıklı olurdu. Bir tek sürdüğü kokuyu beğenmezdim… Onu sürmediği zamanlar (yani diğer günler) dedem dedem kokardı. İşte o güzeldi.

Bana, kız kardeşlerime örgü örmeyi o öğretti. Kalık yünlerden upuzun şeritler örerdik. Babaannem de onları büker, diker, paspas yapardı. Dikiş makinesinde giysilerinin tadilatını kendisi yapardı dedem. Dizleri eskimiş pantolonlarını diz üstünden keser, aşınmış bölümü bacağın arka tarafına gelecek şekilde yeniden dikerdi. Yeleklerine ihtiyacına göre bir sürü cep diker, yama yapar, eskiyen manşetleri değiştirirdi. Bir defasında bana mavi bir etek bile dikmişti.

Sizin hiç böyle bir dedeniz oldu mu? Hem de Karadenizli…

Babam gurbette. Çoğu arkadaşımınki de öyle. Biz dedemin Çayeli’ndeki kocaman bahçeli, kocaman evinde halalar, amcalar, yengeler, kuzenler bir sürü kişi bir arada yaşardık.

Sinide ortaya konan yemekten hep beraber yerdik. Karnımın ne kadar yemekle doyduğunu, 9 yaşında İstanbul’a taşındığımızda, ayrı tabaklardan yemeye başladığımızda öğrendim. Herkesle birlikte yiyince ne kadar yediğini göremiyor ki insan… Yada meyveyi ağacın dalına tüneyerek yiyince… Ne bileyim kaç dal kiraz yediğimi…

Kocaman bahçedeki kocaman kiraz ağacının dalındaki uzun salıncak denize doğru giderdi. Bir de bahçenin patika yoluna doğru giden elma ağacındaki salıncak vardı. Denize doğru gidende sallanmak çok keyifliydi. Denizin hemen dibinden başlayan dağın eteklerini geçince bir an sadece deniz görünürdü, uçuyormuş gibi…

İşte bu kocaman eğlenceli evin reisi dedemdi.

Benim okuldaki velim de dedemdi haliyle…

Dedem ilkokul kaydım için elimden tuttu, beni okula götürdü. Evimize (nispeten) yakın olan okul (yürüyerek 15 dakika), o sene açılıyordu. Müdürün odasına girdik. İkimiz de heyecanlı. Müdür sordu, dedem cevapladı. Dedem sordu, müdür cevapladı.

İşlemler bitti.

Müdür:

-Hayırlı olsun. Çocuğun numarası 9, dedi.

Dedem nasıl sinirlendi. Başladı söylenmeye:

-Olmaz müdür bey. 9 zor. Çocuk nasıl ezberlesin bunu? Yuvarlak hesap bir numara verin 10 olsun mesela.

Müdür çok güldü. Dedemi ikna edemedi ama dedem sonunda vazgeçmek zorunda kaldı. Kapıdan çıkarken bir baba-kız girdi içeri. O kız üç sene boyunca sınıf arkadaşım oldu. O kızın hem adı, hem numarası çok güzeldi: Adı Güneş, numarası 10.

Okul açıldı. İlk zamanlar dedem beni her gün okula kadar götürüyordu. Çantamı taşıyor, sıramın altına bile yerleştiriyordu.

Bir iki gün sonra okula giderken dedem, koca bir çivi ve çekiç de aldı yanına. Sıramın dış kısmına çaktı o çiviyi. Çantamı da astı bir güzel. Meğer çantamı kucağıma alıp içinden kitap falan çıkarırken zorlandığımı görmüş.

Bir tek benim sıramda çividen askı vardı. Ben çantamı hep oraya astım.

Sizin hiç böyle dedeniz oldu mu? Benim oldu.


Sade Denizler

Hiç yorum yok: